Zamunda Torrent - Torrent Oyun İndir -Zamunda Film Dizi Program

Orjinalini görmek için tıklayınız: MOĞOL İŞGALİ KARŞISINDA MEVLÂNA’NIN TAVIRI
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
MOĞOL İŞGALİ KARŞISINDA MEVLÂNA’NIN TAVRI

Hasan EFE
İslam düşünce tarihinin özgün simalarından birisi olan Mevlâna’nın yaşadığı XIII. asır; Selçuklu – Moğol çekişmelerinin, siyasi, ekonomik ve sosyal çalkantıların had safhaya çıktığı, Moğol yönetiminden dolayı Anadolu halkının iç dünyasına yansıyan tepkilerin, sıkıntıların, tutarsızlıkların ve bunalımların yaşandığı bir zaman dilimine tekabül eder.
Mevlâna, Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol boyunduruğuna girdiği 1243 yılından 1273 yılında vefatına kadar dönemin bütün sıkıntılarını bizzat yaşamış; gerek yönetim çevrelerinde, gerekse günlük hayattaki bütün etkilerini bizzat gözlemiştir. O dönemde Moğol baskısı altında ezilen Anadolu halkının feryatları, haksızlıklar, düzenin bozulması, esaret ve huzursuzluk yılları herkes gibi Anadolu’nun genel yapısına âşina olan Mevlâna’nın da iç dünyasını derinden etkilemiş, gündelik hayatta ilişkide olduğu insanların acılarını yakından tanımış ve hissetmiştir.
Moğol baskısının Anadolu halkının sosyal psikolojisinde oluşturduğu derin kötümserlik, karmaşa, siyasi ve iktisadi çöküntü ortamı karşısında Mevlâna’nın teselli veren telkinleri, o devrin sıkıntılarına çare olmuştur. İçinde yaşadığı toplumun sosyal hayatına aktif bir şekilde katılan Mevlâna, Moğol işgali yüzünden sarsılan Anadolu’nun acısını, insanlığı, hoşgörüyü ve barışı temel alan felsefesiyle hafifletmiş, yaraları sarmıştır.
Mevlâna, Anadolu’daki kültürümüzün unsurları arasında büyük bir kaynaşma, birleşme temin eden derin bir ruh ve hamle insanıdır. Dolayısıyla siyasi ve sosyal çalkantılarla dolu, savaşlar yüzünden halkın huzursuz olduğu ve birliğin bulunmadığı XIII. asır Anadolu’sunda istikrarı, iyimserliği, maneviyatın kuvvetlenmesini ve birliği sağlamıştır. Moğol baskısı altında büyük sıkıntıların yaşandığı bir zamanda nefret ve şiddeti arttıran bir “ötekileştirme” söyleminin aksine hoşgörüyü öğütlemiştir. Anadolu’da yaşanan kargaşayı sevgi, hoşgörü ve uzlaşma yoluyla aşmaya çalışmış, din-dil-ırk farkı gözetmeksizin bütün insanları dergahına çağırmıştır. Mevlâna, Moğol saldırıları ve baskısı altında büyük sıkıntılar çeken Anadolu halkına, acı ve sıkıntı içindeki gönüllere hitap eden söylemiyle, Anadolu’nun acılarla dolu tecrübesini dile getirerek bir anlamda bu olağanüstü dönemde manevi birlik ihtiyacına cevap vermiş, Türk milletinin Anadolu’da tutunmasını sağlamıştır.
Mevlâna, XIII. asırda maddi-manevi korkunç bir sarsıntı, manevi bir yıkıntı geçiren Anadolu insanı için gönderilmiş bir ruh hekimi, bir gönül eri, manevi âlem kahramanlarından biridir. Anadolu, bu tabib-i manevi erin şifalı ellerinde “Osmanlı yurdu” olarak yeniden kurulmuştur. Yani Anadolu’nun geleceğine ışık tutan ve bir fikir mimarı olan Mevlâna, Anadolu’nun yeniden Türk-İslam yurdu olmasına vesile olmuştur.
Mevlâna sadece “uzlet, inziva” mutasavvıfı değil, siyasi gelişmeleri çok yakından izleyen ve en uygun tavrı almaya özen gösteren bir sufî idi. Siyasi çalkantıların odak noktasında Konya Sarayı’na yakın bir duruş sergiledi. Taht kavgasına düşerek güçlerini bölen ve Moğolların karşısında yek-vücud olarak direnç göstermeyen kardeş Selçuklu Sultan adaylarının birleşmeleri için gayret etmiştir.
Moğolların işgali sırasında Selçuklu yönetiminde Muineddin Pervane (1261-1277) vardı. Pervane, Mevlâna’nın dostu ve müridiydi. Moğollarla askeri manada mücadelenin imkansız denecek kadar zor olduğunu gören Pervane, Moğolları ustaca idare ederek Anadolu’da otuz beş yıl kadar süren bir huzur döneminin yaşanmasını sağlamış, Moğolların Konya’ya zarar vermesinin önüne geçmiştir. Maalesef Pervane’nin bu siyaseti, Türkmen beylikleri ve konar-göçerler tarafından her zaman can düşmanları, Moğolların adamı olarak görülmüştür. Halbuki Pervane, politikasını son derece tehlikeli dengeler üzerine kurmuştur. Hatta Memlûk Sultanı Baybars ile Moğollara karşı gizli ittifak kurmuş ama bu teşebbüsü hayatına mâl olmuştur.
Pervane ve vezirleri, çok güç durumdaydılar. Mevlâna bu kritik dönemde idareciler için tükenmez bir maneviyat kaynağı olmuştur. Halk da, Mevlâna’nın medresesindeki sohbetlerinde öğrencileriyle ve idarecilerle sürekli diyolog içinde olduklarını görüyor ve bundan direnç ve kuvvet alıyordu. Moğolların maddeten soymalarına ve ağır baskı yapmalarına dayanmaları başka türlü mümkün değildi.
Moğollar fiilen Anadolu’ya hakim olduktan sonra Mevlâna Moğol otoriteleriyle münasebetlerini geliştirmiş, halk-yönetim arasında tampon olmuştur. Ayrıca yoksul ve yıkık Anadolu’ya, önce ruhların imarı için gerekli ruh hekimlerinin tayini hususunda yöneticilere mektuplar yazarak Anadolu’yu Moğollara karşı hazırlamıştır. Mevlâna’nın Moğol yöneticilerine yazmış olduğu birkaç mektup, hem halkın şefaatçi olarak başvurduğu hem de Moğol idarecilerinin ricalarına boyun eğdiren bir şahsiyet olduğuna işaret etmektedir. Bu şefaat sayesinde bir miktar vergi karşılığında Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti Konya Moğol işgalinden kurtulmuştur.
Moğol idarecileri, ilmi kişiliğiyle sözü dinlenen bu büyük sufinin gerek bürokrasi, gerekse esnaf ve her kesimden halk tabakaları arasında ne ölçüde etkin ve yaygın bir nüfuza sahip bulunduğunu biliyor ve ona göre davranıyorlardı. Bu ilişkiden Konya olmak üzere Anadolu halkı kârlı çıkmıştır.
Moğolların Anadolu ve Konya’ya saldırısı Mevlâna’nın olgunluk dönemlerine rastlar. Bildiği doğruları çekinmeden söyleyen, yöneticileri eleştiren bir özgürlüğe sahipti. Mesela, halkın ve devlet ileri gelenlerinin huzurlarında elpençe divan durdukları Moğolları hiç çekinmeden “hilekâr” olarak nitelendirmiştir.
Konya’yı kuşatan Moğol lideri Baycu ve adamları bir müddet Mevlâna’nın sohbetlerine katılmışlar ve sonrasında Konya’yı yakıp yıkmaktan vazgeçmişlerdir. Böylelikle Mevlâna, Asya’yı talan ederek askeri gücünü ispat etmiş düşmanı silahla değil masa başında yenilgiye uğratmıştır. Baycu’nun bu konuda “Her şehirde ve ülkede böyle bir adam olsaydı oraların halkı asla bize mağlup olmazdı.”demesi Mevlâna’nın Moğollar üzerindeki nüfuzunu ortaya koymaktadır.
Mevlâna, Allah’ın velilerine has bir sezgi ile Moğol zulmünün bir zaman gelip son bulacağını, hatta onların Müslüman olup İslam’ın savunucuları haline geleceğini fark etmiştir. Yani Moğol istilasının kaçınılmaz olduğunu fakat bu zulmün zamanla sükûn bulacağını yeni bir şeyler getireceğini ve Moğolların İslamiyete girip Türklük içinde kaynaşacağını biliyordu. Müstakbel Müslümanlar olarak gördüğü Moğolların İslam’a karşı hissettikleri eğilimi kullanarak buhranı bu yolla aşmak istemiştir.
Moğolları kazanmanın mümkün olduğuna inanan Mevlâna, bir gazelinde “Ben Moğollardan yüz bin iman bayrağı yükselteceğim!” demiştir. Bu gazeli söylediği zaman Moğollar Anadolu’yu işgal etmişlerdi ve taş taş üzerinde bırakmıyorlardı. Mevlâna’nın stratejisi Moğolları değiştirdi. Mevlâna’nın müjde yüklü bu gazeli çok geçmeden gerçekleşmiştir. Moğol hükümdarı Gazan Han, Müslüman olduktan sonra bu gazeli kendi hırkasına altınla yazdırmıştır.
Mevlâna’nın manevi sezgisi, öngörüsü zamanla ortaya çıkmış ve Budist Moğollar Müslüman olmuşlardır. Mevlâna’nın hoşgörü ve sevgisiyle Anadolu teknesinde yoğrularak hamura karışıp Türkleşen Moğollar, Yakutiye gibi bir medreseyi inşa etmişlerdir. Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled, sağlam bir Budist olan Moğol kumandanı İrenci Noyan’a üstü kapalı bir şekilde İslamı öylesine telkin etmiştir ki, bu Moğol beyi Müslüman ve Mevlevi olmuştur.
[Alıntı]

Okumanızı tavsiye ederim'
Referans URL